“MASKELİ BALO”
Şimdi sırada 29 Eylül konferansım var. Aslında konferans demek doğru değil. “Gösteri” desem daha doğru olur. Aşağı yukarı elli yıllık kinimi kusmak için fırsat oluyor bu gösteriler.
Ben ilk önce televizyoncu olmak için gitmiştim Güzel Sanatlar Fakültesi’nin Sinema-Tv adlı bölümüne. İkinci etapta da sinema yönetmeni olmak için. Ama anlamam gereken o kadar çok şey vardı ki şu sinema denen yedinci sanata dair, bir türlü varamadım o ikinci etaba.
Önce Semiyoloji diye bir şey keşfettim, Göstergebilim diyorduk Türkçesine. Evden okula iki, iki buçuk saatlik yol vardı, günde beş saat ederdi ortalama, Göstergebilim kitapları okuyordum o yolda. (Avrupa yakasından, Asya’ya geçiyordum her gün.)
Görünenin muhakkak göründüğünden başka anlamları olduğunu söylüyordu bu bilim. Dilbilimciler icat etmişti onu. Filmler yavaş yavaş başka türlü gözükmeye başladı gözüme. Çok geçmeden bir ikonografi olduğunu anladım ve çok ilginçtir ki bu ikonografiyi anlamak için dinlerin kitaplarını da iyi bilmek gerekiyordu.
Çok kısa zamanda işaretleri çözmeye başladım. Görünenin ardındaki dünya, yavaş yavaş soyunuyordu önümde.
Göstergebilimle uğraşan insanlar sadece filmleri falan kodlamazlar. Siyaseti, gidişatı, yeraltındakilerin yer üstünü nasıl ve neden dizayn etmeye çalıştıklarını da okumaya başlarlar.
Düşünün, üniversiteye başladığım yaş on altıysa, ben on altı yaşımdan beri neler döndüğüne kafa yoruyorum.
Hadi sizinle en uçuk fikirlerimi paylaşayım:
Bazen iyi, nazik, hoş, hassas, naif insanlar için deriz ya, “sanki bu dünyaya ait değil”, diye? İşte bize bunu dedirten, kesinlikle binlerce yıldır aktif olan yer altı örgütleri…
Esas onlar bu dünyaya ait değil! Doğaya, canlılara, hayvana, insana, nebatata sevgi, saygı merhamet gösterenler bu dünyaya ait değil de, hunharca denizlere fabrikalarının pisliklerini boşaltan, ağaçları gözlerini kırpmadan yok edebilen, ürettiği silahları satabilmek için savaşlar çıkaran, insanları kurnazca köleleştiren, kendi tatlı canlarını koruma altına alabilmek için asil kan, üstün ırk, kutsal, mübarek gibi kavramlar uyduranlar mı bu dünyaya ait? Onlar dünyayı ele geçirmiş kötü, gerçekten kötü varlıklar!
Sevgi duyamazlar, haz odaklıdırlar. Sistemi o hazlardan doya doya faydalanabilecekleri şekilde kurmuşlardır. Biz buna “sömürü” diyoruz. Şeytanın bile aklına gelemeyecek hile hurda sayesinde dümenlerini döndürmüşler şimdiye kadar!
İnsanın da aklına gelmez! Bir saray yapayım da, çevremdekileri korkutup kendime taptırayım da, bulunduğum çevrenin bütün nimetlerini bir güzel sahiplenip, uygun bulduğumu satayım, canımın çektiğini yalayıp yutayım… Yok, yok, böylesi bir alçaklık, senin, benim aklıma gelmez.
Esas bunlar “dünyaya ait değil!” Bunlar topraktan gelip toprağa gitmez! Ölümü hiç düşünmez, organik değil, sentetik varlıklar bunlar.
Bunlar var ya bunlar, binlerce yıldır, masalla, hikayeyle, efsaneyle, sihirbazlıkla, büyüyle, insancıkları kandırıp, keyiflerine baktılar. Kuytu gizli köşelerde toplanıp maskelerini takıp her türlü hazzın dibine vurdular.
Şimdi sinema var, görsel medya var, onlar için muazzam icatlar. Büyü de yapar, masal da anlatır. O kadar inandırıcı o kadar gerçektir ki, İnanmayana kendini sorgulatır!
Evet, tüm bunları ve dahasını anlatacağım 29 Eylül’de. Gösterimin adı “Maskeli Balo”.
Bakın ilk uyanan, ilk anlatan ben değilim. Stanley Kubrick’in “Eyes Wide Shut”ı çektikten hemen sonraki şüpheli ölümünü, Pasolini’nin “Sodom’un 120 Günü”nü çektikten hemen sonra saldıraya uğrayarak öldürülmesini anlatarak başlayacağım konuşmaya.
Bu iki kahraman sanatçıya saygı duruşunda bulunacağım bir nevi.
(Her iki filmde de “Maskeli Balo” anlatılmakta. Şu, onların bir ayin gibi önem verdikleri, birçok anlamlar yükledikleri, maskeli eğlenceler anlatılmakta…)
- Bu yazı Bartın Gazetesi’nde yayımlanmıştır.
Devam...
ŞİİRLİ BAHÇE 77
GERÇEK TARİH
SEYİR