Sevgili okur merhaba. Nasıl başladınız haftaya? Daha ilk günlerden neler kattınız hayatınıza? Havalar nasıl yaşadığınız toprakta? Peki yüreğiniz size nasıl sesleniyor? Ona kulak veriyor musunuz? Bu hafta bereketiyle başladı. Yağmurlar yağdı kentin dört bir yanına. Kütüphaneme yeni gelen kitaplarım aydınlattı tüm yüreğimi. Küçüklüğümden beri değişmeyen o his… Her gelen kitap içimde bir çocuğun neşesini barındırıyor.
Doğduğum zamandan beri gezginim ben. Yerim yurdum yok benim. Bu ülkenin hemen hemen her karışında farklı hatıralarım var. Gezmek, keşfetmek güzel bir ayrıcalık. Lakin insan bir yere alıştıktan sonra gitmekte zorlanıyor. Belki de bu yüzden beni hiç bırakmayan yegâne dostlarım hep kitaplarım oldu. Yaşım ilerledikçe ben de onları bırakmak istemedim. Ve hayat serüvenim böyle başladı.
Küçük Prens kitabında yer alan bir cümleden oldukça etkilenirim:
“Ölene kadar sorumlusun, gönül bağı kurduğun her şeyden” dedi tilki.
Ne kadar da doğru. Sizce de öyle değil mi? Gönül bağı kurduğumuz her şey bizim sorumluluğumuzdadır. Onu bizler kendi içimizde büyütür ve şekillendiririz. Aslında bu bağa değer yükleyen kişinin kendisidir. Yeryüzündeki her bir zerreyi kişi kendine göre yorumlar. Bir vakitten sonra bazılarıyla gönülden bağlanır.
Yağmurun henüz şehri ele geçirmediği günlerde doğayla iç içe olmak istedim. Ağaçların arasında dolaştım. Göle karşı bir sandalyede oturdum ve güneşin suya aksedişini izledim. Karşımda duran bu manzara bir tablo gibiydi.
Elbette fotoğraf karesine sığdırmaya çalıştığım bu anı; zihnime kazınan kadar mükemmel değil. Ancak unutmamak gerekir ki bir fotoğraf karesi o gün yaşanılan tüm anıları canlandırmaya yeter. Şahsen ben böyle düşünmekteyim.
Doğanın yavaş yavaş uyandığının farkına vardım. Kışın tüm soğuğuna rağmen ortaya çıkan çiçekler vardı. İnatla varlıklarını korumaya çalışıyor gibiydiler.
Bir yandan doğanın sesini dinliyor bir yandan şairin dizelerini okuyordum.
” r e c a
piyanoda dede efendi çalmayınız
bırakınız kanun kendi anlatsın hüznünü
ne ut ne kambur ne ney
insan karanlıkta koklamalı gülü
eşyanın heyecanlandığı bir ölümdür çünkü
yağmur yukarı koşan çocukların büyüdüğü,
bir gün uyursa sizin de yüzünüzde eğer güz
lütfen gülle örtün üstünü
- küçük İskender, Periler Ölürken Özür Diler, s. 69″
Dizeleri okuduktan sonra sanki şair tüm karanlıkta yalnızca gülüne sığınmış gibi hissettim. Acaba hayatı boyunca yalnızlık mı çekmişti?
Kendisini geçtiğimiz yıllarda akciğer kanserinden kaybettik. Hayat ne tuhaf değil mi? Oysa doktor olmak için çıkmıştı bu yola. Adı gibi belki de hastalara “Derman” olacaktı. Ama o rotasını kaybetmiş bir yaprak gibi rüzgârda sürükleniyordu. Kendisiyle yapılan bir röportajda onu en çok etkileyen romanlardan birisinin “Tutunamayanlar” olduğunu ifade etmişti. Oğuz Atay, Derman İskender Över’i derinden etkileyen yazarların başında geliyordu. Üstelik Oğuz Bey’in kızı fakülteden arkadaşıydı. Romanı, Özge Atay ile birlikte okumuştu. Özge Atay tıp fakültesinde ilerlemeye devam etti. İskender Över ise bu fakülteden vazgeçmiş hayat yolunda yeni bir rota çizme gayesine girmişti. Cerrahpaşa’dan 5. sınıftayken ayrıldı. Sosyoloji bölümüne geçti ve üç yıl sonra bu bölümü de bıraktı. Akademik hayattan sinemaya ve edebiyata doğru sürüklendi. Hayat yolunda bohem ve özgür olarak ilerledi; hayallerini edebiyatla şekillendirdi.
Yaşamımızda nelerin bizi beklediği bilinmez ama umarım bu yolculuk boyunca pişmanlıklarımız olmaz. Hayallerinizin yolunuza ışık olacağı günler diliyorum.
Yazar Hakkında
Latest posts by Rûh î Edebiyat (see all)
- “CARPE DİEM” - 20 Aralık 2022
- ETİKETLERİN PENÇESİNDE KALAN İNSANLAR - 11 Aralık 2022
- KADINLARIN SESLERİ - 6 Kasım 2022
- GEÇİP GİDEN GÜNLERİN ARDINDAN - 2 Ekim 2022
- KAPADOKYA’YA GEÇ GELEN BAHAR - 13 Mayıs 2022
Devam...
OKU
ABSÜRT
MİTLER VE ÇOCUKLAR